Bloga şöyle baştan sona baktığımda gördüm ki, o da benim gibi olmuş, her telden...
Her birşeyden var içinde. Kimi zaman kitap, kimi zaman müzik, kimi zaman sitem.
Ama kocaman iki eksik var. İstanbul ve İzmir.
Bu iki mabet nasıl olmuş ta eksik kalmış deyip başladım yazmaya.
İlk İstanbul...
İzmir daha uzun, daha kapsamlı. İzmir ev, İzmir sığınak, İzmir aile.
Ama İstanbul... İstanbul hayat, İstanbul aşk, İstanbul gençlik.
Byzantium..Constantinopolis...Constantiniyye ve de en son adıyla İstanbul. Dünyanın en büyük 3 imparatorluğuna ev sahipliği yapmış, başkent olmuş. İstanbul 4.yydan 20.yy kadar dünyanın en büyük ve en önemli metropolleri arasında yer almış, ayrıca Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesiştiği yerde bulunarak prestijini sürdürmüştür.
Bunlar hemen hemen her iletişim aracında bulabileceğiniz bilgiler.Gelelim benim İstanbuluma.
Ben üniversiteyi kazanana kadar hiç gelmedim, ayak basmadım İstanbula. Bir geldin pir geldin derler ya, öyle bizim İstanbulla olan maceramız.
5 sene sardı beni kucağına, ben de onu. Sımsıkı sarıldık birbirimize Hiç bırakmak istemedik, hala daha buruk içimiz. Her fırsatta koşuyoruz birbirimize İstanbulla, hayat ta bize gerekli fırsatı sağlıyor.
Peki benim için İstanbul ne demek?
*Öğrencilik demek...
İstanbulda yaşanabilecek en güzel hayat öğrencilik hayatı. Tek derdin okul ve okuldan sonraki sosyal aktivitelerin olduğu günler. Sabahlayıp finallere girdiğin, 13 kişi bir eve sığıştığın, 7 kişi aynı taksiye bindiğin, kimin evi bulunan konuma daha yakınsa cumartesi gecesi orada kaldığın bir hayat. Bakmayın böyle anlattığıma nerde akşam orda sabah değil ama hareketli, yaşayan bir hayat.
Uyandıktan sonra sırf daha fazla uyumak için derse gitmemenin rahatlığı başka nerde var?
Öğrencilik hayatı; hele ki İstanbulda hayatın karşısında ilk ayaklarının üzerinde duruş, aileden ilk kopuş, ilk hayat becerisi demek.
10 kişi yenilen yemekler, 15 kişi kutlanan yılbaşları, sandalyeler üzerinde uykular... En ortopedik yatak bile veremez o andaki rahatlığı sana, o derece.
Ayrıca hayata hazırlık, heyecan... Öğrenciyken öğretmen olma hali benim için. Adının önüne gelen o gururlu sıfat.
Bahar şenlikleri...
Sabaha kadar kampüste açık hava festivalleri...
Öğrenci akbili.
Fotokopici Kadir Abiden binbir rica 2 ayda bir topalanan ders notları.
Vizeler, finalleri bütünlemeler...
Hatta en güzeli ayda yada iki ayda bir yapılan İzmir seyahatleri..
Özlenen olmak güzel.
Sonra İstanbula geri dönüş. Hep, hep...
1 yılda 300e yakın insanla tanışabileceğin nadir hayat dönemlerinden biri..
*Taksim demek...
Öğrencilikteki 4 yılda 2. ev olur Taksim. Uğramadan, Nevizadede bir bira içmeden geçilmez.
İstiklalde yürümek..
Metrodan taksime çıkmak..
Burger'in önünde arkadaşlarla buluşmak. İstiklalin sokak başlarında nereye gitsek tasası yaşayan öbekler.
Galata'dan Karaköy'e inen merdivenler. Asmalımescitte ayakta atılan shotlar. İnci'de yenen profiterol. Gecenin ikisinde Kızılkayalarda yenen ıslak hamburger. Taksicilerle "Mecidiyeköy'e gündüz açarmısın abi" pazarlığı.
Doğumgünleri, kutlamalar, vedalar, buluşmalar, ayrılmalar...
*Mecidiyeköy demek...
Ev,net!
Başkaları için karmaşa, kaos, trafik. Benim için yuva. Herşeye 5 dakika :)
*Starbucks demek...
Öğrencilikteki ilk iş deneyimi, insanlarla gerçek anlamda ilk tanışma, tecrübe, yeni heyecan..
Sonrasında ve şimdi kitabımı alıp yaz-kış yıllardır değişmeyen filtre kahvemi alıp kafamı dinlediğim, bana fazlasıyla tanıdık gelen mekan. Her mağazası aynı, hepsi benim kaçma noktam,sığınağım.
Kitabımı ve kahvemi alır, gömülürüm köşedeki koltuğa. Okurum, yazarım. Bazen gelenleri incelerim, milyon çeşit insan... Öğrencisi, emeklisi, zengini, çalışanı, patronu. İlk defa gelenin acemiliği de anlaşılır, müdaviminin rahatlığı da . Bazen de çalışanları izlerim, kendi günlerim gelir aklıma.
Hepsi benimdir, her anım, tanıdığım her bir kişi değerlidir, özeldir benim için.
İşten öte yaşanmışlıktır bende. Çok zorda kalmadıkça başka yere gitmemem de bundandır.
*Aşk demek...
İstanbul demek aşk demek. Heyecan demek.
İlk büyük aşk, ilk büyük hayal kırıklığı da demek aynı zamanda.
*Dost demek...
Hayatımdan çıkmayacağına emin olduğum dostu bulduran şehir demek benim için İstanbul. Sevdiğim insanlar demek..
*İş demek...
Beşinci yılda artık iştir İstanbul. Öğrenciyken öğretmen olmaktır. Sorumluluktur. Etrafta seni seven mink yürekler, senden hayatı öğrenen minik insanlar.
Sabah 7 de evden çıkıp akşam 20,30 da eve gelmektir. Yorgunluktan aç yatmaktır. Ama her pazar iş çıkışı yine Nevizade ziyaretleridir :)
Bir de İstanbulda olmazsa olmazlarım vardır:
- Beşiktaştan başlayarak sahil boyunca Bebek, Emirgan, Sarıyere kadar yürümeden
- Boğaz turuna çıkmadan
- Adada bisiklete/faytona binmeden
- Aya Yorgi'de mum yakmadan
- Yılbaşında Nişantaşı süslerini görmeden
- Kapalıçarşı'da kaybolmadan
- Eminönü'nde balık-ekmek yemeden
- Taksim'de sabahlamadan
- Anadolu-Rumeli kavaklarını gezip rakı-balık yapmadan
- Galatasarayın maçına gitmeden
- Cevahire/ İstinye Park'a sadece dolaşmaya gidip, eli kolu doldurmadan
- Kanyon'da havuz başı kahvesi içmeden
- Ortaköy'de kumpir yemeden, tavla oynamadan
- Kadıköy'den Moda'ya yürümeden
- Çemberlitaş ve Tophane'de nargile içmeden
- Üsküdar'dar motorla 5 dakikada Beşiktaş'a geçmeden :)
- Boğazda çay içmeden
- Arnavutköy'de balık yemeden
- Çengelköy'de Çınaraltı'nda türk kahvesi içmeden
- Cağaloğlu'nda hamama gitmeden
- Yılın 1 haftası kitap aşkına Beylikdüzü Tüyap'a gitmeden
- Baharda Emirgan Korusu'nda yürümeden
- Vefa'da boza içmeden
- Son metroyu yakalamadan
- Beykoz Korusu'nda pazar kahvaltısı yapmadan
- Cezayir ( Fransız) Sokağı'nda sıcak şarap içmeden
- D&R da 2 saat gezinmeden
- Devlet tiyatrolarında oyun izlemeden
- Kuruçeşme'de konser görmeden
- Trafikte kalmadan
- Pierre Loti'ye gitmeden
- Macrocenter'de kendini kaybemeden
- Tarihi geziler yapmadan
- Cumhuriyet Meyhanesi'nde içmeden
- Boğazı vapurla geçmeden
- Kız Kulesi'ni seyretmeden
OLMAZ!