30 Ağustos 2012 Perşembe

30 Ağustos Zafer Bayramı'mız kutlu olsun!




Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.
Aydınlık ve özgür bir Türkiye için gururla mücadele edenlerin evlatlarıyız biz.
KULAKLARI duymayanlara yüksek sesle söylemekte yarar var.
Biz Atatürk'ün torunları, çocukları 90 yıldır her 30 Ağustos'u aynı sevinçle, aynı aşkla kutluyoruz, bizden önce de kutladılar ama sonrası kutlar mı orası büyük muamma.
Ben bugün ilk defa 30 Ağustosun Zafer Bayramı  olarak değil de Zafer ve Türk Silahlı Kuvvetleri Günü olarak kutlandığına şahit oldum.Artık o kadar paranoyaklaştık ki bu ikinci adın birincisi silmek için atılan bir adım olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.
Her ne kadar Cumhurbaşkanı kulakları ağrıdığı için (!) kutlamasa da her milli bayramımız gibi biz gurur duyuyoruz Atamızla, günümüzle!
Bu da İzmir Ata Koleji öğrencilerinin Atalarına duydukları sevgiyi göstermek için hazırladıkları fotoğraf :)


Günü, 90 yıl öncesini tekrar yaşamak için, guru duymak için, unutanlara hatırlatmak için Büyük Taaruz'u Nazım Hikmet'in sesinden dinlemenizi öneririm. Ben 3lü parça halinde buldum, dilerseniz burda 
tek part halinde bulabilirsiniz.

                                                                    1.bölüm



                                                                     2.bölüm

3. bölüm

Devamını Oku »

26 Ağustos 2012 Pazar

Byzantium..Constantinopolis...Konstantiniyye..İstanbul


Bloga şöyle baştan sona baktığımda gördüm ki, o da benim gibi olmuş, her telden...
Her birşeyden var içinde. Kimi zaman kitap, kimi zaman müzik, kimi zaman sitem.
Ama kocaman iki eksik var. İstanbul ve İzmir.
Bu iki mabet nasıl olmuş ta eksik kalmış deyip başladım yazmaya.
İlk İstanbul...
İzmir daha uzun, daha kapsamlı. İzmir ev, İzmir sığınak, İzmir aile.
Ama İstanbul... İstanbul hayat, İstanbul aşk, İstanbul gençlik.
Byzantium..Constantinopolis...Constantiniyye ve de en son adıyla İstanbul. Dünyanın en büyük 3 imparatorluğuna ev sahipliği yapmış, başkent olmuş. İstanbul 4.yydan 20.yy kadar dünyanın en büyük ve en önemli metropolleri arasında yer almış, ayrıca Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının kesiştiği yerde bulunarak prestijini sürdürmüştür.
Bunlar hemen hemen her iletişim aracında bulabileceğiniz bilgiler.Gelelim benim İstanbuluma.
Ben üniversiteyi kazanana kadar hiç gelmedim, ayak basmadım İstanbula. Bir geldin pir geldin derler ya, öyle bizim İstanbulla olan maceramız.
5 sene sardı beni kucağına, ben de onu. Sımsıkı sarıldık birbirimize Hiç bırakmak istemedik, hala daha buruk içimiz. Her fırsatta koşuyoruz birbirimize İstanbulla, hayat ta bize gerekli fırsatı sağlıyor.


Peki benim için İstanbul ne demek?
*Öğrencilik demek...
İstanbulda yaşanabilecek en güzel hayat öğrencilik hayatı. Tek derdin okul ve okuldan sonraki sosyal aktivitelerin olduğu günler. Sabahlayıp finallere girdiğin, 13 kişi bir eve sığıştığın, 7 kişi aynı taksiye bindiğin, kimin evi bulunan konuma daha yakınsa cumartesi gecesi orada kaldığın bir hayat. Bakmayın böyle anlattığıma nerde akşam orda sabah değil ama hareketli, yaşayan bir hayat.
Uyandıktan sonra sırf daha fazla uyumak için derse gitmemenin rahatlığı başka nerde var?
Öğrencilik hayatı; hele ki İstanbulda hayatın karşısında ilk ayaklarının üzerinde duruş, aileden ilk kopuş, ilk hayat becerisi demek.
10 kişi yenilen yemekler, 15 kişi kutlanan yılbaşları, sandalyeler üzerinde uykular... En ortopedik yatak bile veremez o andaki rahatlığı sana, o derece.
Ayrıca hayata hazırlık, heyecan... Öğrenciyken öğretmen olma hali benim için. Adının önüne gelen o gururlu sıfat.
Bahar şenlikleri...
Sabaha kadar kampüste açık hava festivalleri...
Öğrenci akbili.
Fotokopici Kadir Abiden binbir rica 2 ayda bir topalanan ders notları.
Vizeler, finalleri bütünlemeler...
Hatta en güzeli ayda yada iki ayda bir yapılan İzmir seyahatleri..
Özlenen olmak güzel.
Sonra İstanbula geri dönüş. Hep, hep...
1 yılda 300e yakın insanla tanışabileceğin nadir hayat dönemlerinden biri..
*Taksim demek...
Öğrencilikteki 4 yılda 2. ev olur Taksim. Uğramadan, Nevizadede bir bira içmeden geçilmez.
İstiklalde yürümek..
Metrodan taksime çıkmak..
Burger'in önünde arkadaşlarla buluşmak. İstiklalin sokak başlarında nereye gitsek tasası yaşayan öbekler.
Galata'dan Karaköy'e inen merdivenler. Asmalımescitte ayakta atılan shotlar. İnci'de yenen profiterol. Gecenin ikisinde Kızılkayalarda yenen ıslak hamburger. Taksicilerle "Mecidiyeköy'e gündüz açarmısın abi" pazarlığı.
Doğumgünleri, kutlamalar, vedalar, buluşmalar, ayrılmalar...
*Mecidiyeköy demek...
Ev,net!
Başkaları için karmaşa, kaos, trafik. Benim için yuva. Herşeye 5 dakika :)
*Starbucks demek... 
Öğrencilikteki ilk iş deneyimi, insanlarla gerçek anlamda ilk tanışma, tecrübe, yeni heyecan..
Sonrasında ve şimdi kitabımı alıp yaz-kış yıllardır değişmeyen filtre kahvemi alıp kafamı dinlediğim, bana fazlasıyla tanıdık gelen mekan. Her mağazası aynı, hepsi benim kaçma noktam,sığınağım.
Kitabımı ve kahvemi alır, gömülürüm köşedeki koltuğa. Okurum, yazarım. Bazen gelenleri incelerim, milyon çeşit insan... Öğrencisi, emeklisi, zengini, çalışanı, patronu. İlk defa gelenin acemiliği de anlaşılır, müdaviminin rahatlığı da . Bazen de çalışanları izlerim, kendi günlerim gelir aklıma.
Hepsi benimdir, her anım, tanıdığım her bir kişi değerlidir, özeldir benim için.
İşten öte yaşanmışlıktır bende. Çok zorda kalmadıkça başka yere gitmemem de bundandır.
*Aşk demek...
İstanbul demek aşk demek. Heyecan demek.
İlk büyük aşk, ilk büyük hayal kırıklığı da demek aynı zamanda.
*Dost demek...
Hayatımdan çıkmayacağına emin olduğum dostu bulduran şehir demek benim için İstanbul. Sevdiğim insanlar demek..
*İş demek...
Beşinci yılda artık iştir İstanbul. Öğrenciyken öğretmen olmaktır. Sorumluluktur. Etrafta seni seven mink yürekler, senden hayatı öğrenen minik insanlar.
Sabah 7 de evden çıkıp akşam 20,30 da eve gelmektir. Yorgunluktan aç yatmaktır. Ama her pazar iş çıkışı yine Nevizade ziyaretleridir :)

Bir de İstanbulda olmazsa olmazlarım vardır:

  • Beşiktaştan başlayarak sahil boyunca Bebek, Emirgan, Sarıyere kadar yürümeden
  • Boğaz turuna çıkmadan
  • Adada bisiklete/faytona binmeden
  • Aya Yorgi'de mum yakmadan
  • Yılbaşında Nişantaşı süslerini görmeden
  • Kapalıçarşı'da kaybolmadan
  • Eminönü'nde balık-ekmek yemeden
  • Taksim'de sabahlamadan
  • Anadolu-Rumeli kavaklarını gezip rakı-balık yapmadan
  • Galatasarayın maçına gitmeden
  • Cevahire/ İstinye Park'a sadece dolaşmaya gidip, eli kolu doldurmadan
  • Kanyon'da havuz başı kahvesi içmeden
  • Ortaköy'de kumpir yemeden, tavla oynamadan
  • Kadıköy'den Moda'ya yürümeden
  • Çemberlitaş ve Tophane'de nargile içmeden
  • Üsküdar'dar motorla 5 dakikada Beşiktaş'a geçmeden :)
  • Boğazda çay içmeden
  • Arnavutköy'de balık yemeden
  • Çengelköy'de Çınaraltı'nda türk kahvesi içmeden
  • Cağaloğlu'nda hamama gitmeden
  • Yılın 1 haftası kitap aşkına Beylikdüzü Tüyap'a gitmeden
  • Baharda Emirgan Korusu'nda yürümeden
  • Vefa'da boza içmeden
  • Son metroyu yakalamadan
  • Beykoz Korusu'nda pazar kahvaltısı yapmadan
  • Cezayir ( Fransız) Sokağı'nda sıcak şarap içmeden
  • D&R da 2 saat gezinmeden
  • Devlet tiyatrolarında oyun izlemeden
  • Kuruçeşme'de konser görmeden
  • Trafikte kalmadan
  • Pierre Loti'ye gitmeden
  • Macrocenter'de kendini kaybemeden
  • Tarihi geziler yapmadan
  • Cumhuriyet Meyhanesi'nde içmeden
  • Boğazı vapurla geçmeden
  • Kız Kulesi'ni seyretmeden










      OLMAZ!
Devamını Oku »

25 Ağustos 2012 Cumartesi

AŞk..



Çünkü aşk; onunla yaşamak değil, onu yaşamaktır aslında...
Devamını Oku »

Bence artık sen de herkes gibisin






Gönlümle baş başa düşündüm demin; 

Artık bir sihirsiz nefes gibisin. 
Şimdi tâ içinde bomboş kalbimin 
Akisleri sönen bir ses gibisin.



Mâziye karışıp sevda yeminim, 

Bir anda unuttum seni, eminim 
Kalbimde kalbine yok bile kinim 
Bence artık sen de herkes gibisin. 




Devamını Oku »

Sabah süprizi (:



Sabah tartıya çıktığımda son 7 senedir görmediğim rakamı görünce
attığım sevinç çığlıkları tüm evi uyandırsa da ....



Devamını Oku »

Susma veda ederken...


Bugün böyle...


Devamını Oku »

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Ah O Eski Bayramlar


Geçtiğimiz 30 gün ve önümüzdeki 3 gün boyunca herşeyden daha çok duyacağımız bir cümle "ah o eski bayramlar..." Bunu fırsat bilip, neredeyse çeyrek asırlık yaşımı da göz önünde bulundurarak bir tane de benden gelsin dedim.
Şaka bir yana şimdi bayram demek tatil demek, öğlene kadar uyumak demek, yazlığa kaçmak demek, internetten ucuz tatil fırsatı düşürmeye çalışmak demek. Çocukluğumdaki bayramlarda yaşadığım heyecandan, sevinçten, yorgunluktan hatta zerre yok artık. Sadece bende de olduğunu sanmıyorum işin kötüsü.
Bayramlar bizim evde 3 senedir zaten bayram tadından uzak... Aile eksildikçe, gidenler bir bir arttıkça, bayramlarda öpülen ellerin sayısı azaldıkça gidiyor içimizdeki duygular da.
Klişeler bir yana gerçekten benim bayram ritüellerim vardı küçükken ve bunlar beni gerçekten mutlu ederdi.
İstisnasız her arefe günü kuzenim ve ben, rengarenk bigudilerle saçımızı sarardık, açılmasınlar diye de anneannemin yemenilerinden bağlardık birer tane. Sonra bütün gece birbirimizin kocaman kafalarına bakıp gülerdik, bigudiler kafamıza battığı için de uyuyamazdık zaten.
Sabah olurdu ve başlardı koşuşturmaca. 6 buçuk olmadan kalkardım, baba bayram namazına gönderilir ve kahvaltı hazırlıklarına başlanırdı. Normalde günün herhangi bir saatinde ağzıma bile sürmeyeceğim dana ciğeri kavrulur, yenirdi kahvaltıda. Tepsi tepsi börekler yapılır,  baba sıcak ekmek alır ve kahvaltı sofrasına oturulur. Bizim için bayram kahvaltısı demek anneannemin evinde yapılan 12 kişilik kahvaltı demekti. Ne olursa olsun bütün aile beraber olurduk, istisnasız hepimiz, istisnasız her bayram. Kahvaltı bitince en büyük olan dedemden başlamak üzere sıraya dizilinir ve eller öpülür bayramlaşılırdı. Ben uzun bir süre en küçük olduğum için elimi kimseye öptüremezdim, ta ki Emre'ye kadar :)
Öğlen olunca evimize gelir bayramlıklarımızı giyer ve babaanneme giderdik, orda da 15 kişilik kocaman bir aile olurduk. Öğle yemeği de babaanne evinde yenirdi yine istisnasız, her bayram. Yemekler bile değişmezdi, sabit. Önce tavuk çorbası. Fırında köfte patates, zeytinyağlı sarma, nohut, taze fasulye, pilav, salata. Hiç değişmedi 20 sene, hiç.
Sonra saklı saklı tatlılar bulunur, her gelenle çikolata yenirdi. Toplanan bayram harçlıkları benim için dünyaya bedeldi.
Hiç öyle kapı kapı dolaşıp şeker toplamadım ben, ya da ayakkabımı yatağın altına koyayım, elbisemi karşıma asayım gibi fantazilerim de olmadı ama o bayramlıklar ilk giyildiğinde burnuma gelen kokuyu hiç unutamam...
Akşam dedin mi toplanırdı misafirler, 3 gün misafir dolu geçerdi, tanıyıp da görmediğin kimse kalmazdı...
Sonra büyüdük biz...
İnsanlar garipleşti...
Bayram oldu tatil..
Sonra bir bayrama 4 gün kala dedemi kaybettik, tam 3 sene önce.
O gün bitti benim için bayramlar, onsuz bayram istemedik biz hiç, istemedim. Onun elini öpemediğim bayram bayram değildi benim için.
Önce kahvaltılar bozuldu...4 kişilik oldu.
Ardından babaannem gitti...
Gidenleri anma gününe döndü bayramlar, amacından şaştı.
Ve şimdi, bu arefe gününde saçımda bigudi yok benim.
Dedemin elini öpmek yerine, o bembeyaz taş karşısında dikilicem, soğuk, hüzünlü...

Yine de bir umut değişir bir şeyler.
Yine de ben her bayram sabahı annemin babamın yanında olurum. Şimdi de, 3 sene sonra da, 30 sene sonra da...
Bayram harçlığı almam belki ama ben veririm harçlık.
Sonuçta her şeye rağmen sevdiklerimizle geçirdiğimiz her gün bizim için bir hediye, bayram olsun olmasın.
Umarım yarın siz de kaybettiklerinizle, yanınızdakilerle, uzağınızdakilerle güzel bir bayram geçirirsiniz.
Şeker gibi bir bayramınız olur.
O zaman şimdiden iyi bayramlar hepinize :)
Devamını Oku »

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Hayat bana güzel

Garip ama mutluyken yazamıyorum ben bunu farkettim, sıra gelmiyor galiba...
Şimdi yazdığına göre yine mi depresyondasın derseniz, yok derim değilim, bir süre hatta uzuuun bir süre de böyle bir niyetim yok :)
Yaklaşık 1 aydır çok iyiyim, yani dört gözle beklediğim İstanbul seyahatinden döndüğümden beri...
İstanbul beklediğim gibi mi geçti, bir nokta dışında evet. Ama o beklemediğim bir nokta benim gözümü açtı ve ta tamm.
Hayatıma yeni insanlar sokmayı çok severim, ama tam tersini beceremem pek. Bu sefer 4 yıllık bir karın ağrısından kurtulmuşçasına rahatladım işte. Ay bir hafifledim bir rahatladım sorma gitsin :)
Kpss bitince de kendime geldim iyice, her ne kadar iyi mi kötü mü bilmiyorum ama içim çok rahat. Tekrar kitap okuyorum, film izliyorum...
Tekrar saatlerce mutfağa giriyorum mesela, yeni şeyler deniyorum.
Artık hareketli şarkılar dinliyorum mesela, spor yapıyorum.
En son 8 sene önce girdiğim bedendeki elbiselere sığıyorum :)
Minik yeğenim Efeyle vakit geçiriyorum, beraber oturup saatlerce Nat Geo Wild izliyoruz, gelmişini geçmişini öğrenmediğimiz hayvan kalmadı.
Etrafımda beni mutlu eden insanları bulunduruyorum, uzun süredir görmediğim dostlarımla tekrar görüşüyorum.
Gelecek için planlar yapıyorum sadece kendim için, hayatıma girecek insanı planlamıyorum, sadece zamanı geldiğinde gelsin katılsın bana ve daha da güzelleştirsin hayatımı.
...
Daha niceleri
Sözün kısası sen gittiğinden beri hayat bana güzel ...

Devamını Oku »